ÜNİVERSİTELER VE ÜNİVERSİTE ADAYLARI
Ülkemizde nüfusun nitelikleri ile ilgili tespitler yeterli değildir. Nitekim 1990 yılında nüfus sayımı yapılarak nüfusun özellikleri (iş, eğitim ve medeni durumları) tespit edilmişken, 2000 nüfus tespitinde bu özellikler belirlenmemiştir. Dolayısıyla ülkemizde olduğu gibi Konya'daki nüfusun nitelikleri hakkında detaylı bir araştırma ve bilgi yoktur.
Nüfusumuzun önemli bir kesimini çocuklar ve gençler oluşturmaktadır. Bu sebeple okullardaki eğitim programlarından başlamak üzere gençlerin hangi mesleklere yöneltilmesi gereği önem taşımaktadır.
Bugünlerde yüzbinlerce gencimiz aileleriyle birlikte büyük bir heyecan içerisinde üniversite tercihlerini yapmaya ve üniversiteli genç olmaya hazırlanıyor. Üniversite tercihinde bulunacak gençler de kararlarını verirken büyük bir endişe ile hareket ediyorlar. Tercih yapacak gençlerimiz hayaller ve gerçekler arasında gidip geliyor.
Diğer taraftan üniversite sınavı başvuruları her yıl artıyor. Bu başvuruların her yıl sistemetik olarak artması bana ilginç geliyor. Hem de ne artış, 1980 yılından bugüne kadar inceledim. Bakın nasıl bir değişim var? 1980 başvuran aday sayısı 466 bin, yıl 1985 başvuran sayısı 484 bin, yani o beş yılda pek değişim olmamış. 1990’da başvuran sayısı 892 bine fırlamış, neredeyse iki katına çıkmış. Devam edelim; 1995 yılında başvuran öğrenci sayısı 1.263 bine yükselmiş, artış yine 400 bin civarında olmuş. İlginç olan 1985 yılıyla 1995 yılı arasında üniversite sınavına başvuran öğrenci sayısı üç kat artarken bu sayı içindeki lise son sınıf öğrenci sayısı bir kat artmış. Burada şunu araştırmak lazım, ne oldu da lise son sınıf artmadığı halde sınava giren öğrenci sayısı bu kadar arttı?
Evet, devam edelim; 2000 yılında sınava başvuran aday sayısı 1.407 bin iken 2005 yılında başvuran öğrenci sayısı 1.844 bine yükselmiş. 2010 yılında sınava başvuran öğrenci sayısı 1.587 bine gerilemiş. Bunun sebebi, bir yıl önce liselerin 4 yıla çıkmasından dolayı lise son öğrencisi yerine mezun durumdaki öğrencilerin üniversiteye yerleşmeleridir. 2013 yılında başvuru sayısı 1.852 bine yükselmiş. 2014 yılında artış devam etmiş; başvuran sayısı 2.086 bine, 2015’te 2.126 bine ve 2016’da 2.230.000 bine yükselmiş. Sanırım 2017’de bu sayı 2.350.000 olacak.
Şimdi, bu sayılar ne anlama geliyor? Birincisi, 1980 yılında 44 milyon nüfusumuz var ve sınava giren sayısı 466 bin; oysa 2014 yılında nüfus 76 milyon, sınava giren sayısı 2.026 bin. Yani 1980 yılında nüfusun yüzde 1,05’i üniversite önünde beklerken, 2014 yılında bu oran yüzde 2.66’ya yükselmiş. Artış %266 olmuş. Peki, neden? İyimser düşünürsek üniversite eğitimi algısı yükselmiş diyebiliriz. Ama bence biraz kötümser olalım, çünkü bu süre içinde üniversite sayısı 31’den 180’e yükseldi ve kontenjanları 1980 yılında 41 bin iken bugün örgün 870 bine yükseldi. Bu rakamların hepsini birçok uzman farklı yorumlayabilir. Ama üniversite kontenjanları artarken üniversite okumak isteyen sayısının artması garip değil mi? Yani okul var, okumak isteyen var ama nedense kontenjanların boş kalması pahasına tekrar iş garantisi olan alanlara geçmek gayesiyle sınava giriş sayıları hızla artıyor. Bu sorunun cevabı tek kelimeyle üniversite okumak bizde “iş bulma” ile eş anlamlı. Tabi hal böyle olunca çocuklar bu yolla hayatlarını garanti altına almak istiyor. Peki, bunun sakıncası ne diyeceksiniz? Sakıncası şu; öğrenciler böyle düşününce üniversiteler de buna uyum sağlayıp öğrenciye “diploma” merkezli eğitim sunuyor. Bu durumda da bilim, üretim, girişim, kültür gibi kavramlar alıyor. Öğrenciler de hep beraber doktor, endüstri mühendisi, fizyoterapist olmaya çalışınca ortaya çıkan durum da bu oluyor.
Geçenlerde değerli bir dostum ile sohbet ediyorduk;
Yurtdışında eğitim almış 2 tane yabancı dili ve akademik başarısı olan kızına iş aradığını söyledi. Normalde doğal olabilecek bir sohbet belki.Ancak kızının yaşı 26 ve pek fazla iş deneyimi ve stajı o yaşa kadar almamış.. Tabi burada bir sıkıntı var aslında. İşveren gence sorar bu yaşa kadar ne yaptın der .. diye söze devam ettik.
Aile desteği tabi ki önemli ancak belli limitlerde, çok fazla maddi manevi aileye güvenince bu rehavet onu 26 yaşında nitelikli işsiz durumuna sokuyor. Gencin yönlendirmesi eğitimcilere ve aileye düşmekte tabii ki genetik ,bilgi beceri istek de önemli faktörler.
Aynı sohbette bulunan ortak olan işletme profesörü olan diğer dostumuz da ''Sadece dil bilmek maalesef yeterli değil '' diye vurguladı. Çok acı ama bu bir nitelik ancak tek başına çok şey değil.
Kesinlikle katılıyorum, eğer yurt dışı ile çalışıp yabancı dilini kullanacaksa, o ülkenin kültürünü, iş yapış biçimini ve hatta orada çalışmış ve çalışacağı sektör de deneyimi olması gerektiğini tartıştık. Bir günde bir yerlere gelmek çok zor.
Bir diğer gezgin dostumuz: turizm de çalışabilir, rehber tercüman olabilir dedi.. Tabi bu da Türkiye koşullarında çok geçerli bir meslek aslında.
Genç okumayı çok sevdiğinden ortak kararımız olarak, akademisyenlikte kariyer yapmasını önerdik.
El yordamıyla yönlendirme toplantısı yapıldı gencin kariyeri için sanki..
Yani traji komik bir durum söz konusu.
Bu durum sadece tek örnek oluşturmamakta birçok benzerleri bulunmakta.Eğitim kolay değil ve nitelikli olmak da kolay değil ancak bunun iş yaşantısına dönüşmesi ayrı bir süreç..
Çok erken yıllardaki seçimlerde, yetenekleri keşfedip, hedefi oluşturmak en önemlisi. Öğrenciyi yönlendirmek için danışmanlara ve adviser'lara çok önemli görevler düşmekte..
Olmazsa olmazlar arasında yer alan çok önemli bir etken madde.. Yoksa ya niteliklerle işsizler, işinde mutsuzlar, kararsızlar ve dolayısı ile başarısızlar takımları oluşmakta..
Burada eğitim ve kariyer koçlarına en önemli görev düşüyor:
Duygusal zeka gibi, kariyer zekasını ön plana çıkarıp hedefe kilitlendirip yönlendirmenin çok önemli olgusu olduğu..
Keyifli, başarılı , sağlıklı kariyer yolculukları diliyorum.
Hatice Özyıldız
Kastamonu Üniversitesi
Hukuk Müşaviri
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.